13 Ağustos 2011 Cumartesi

Şu an tam önümde bir fotoğraf var. Fotoğrafta altı kişi var. İkisi çok samimi görünüyor ama gerçekte birbirleri ile pek anlaşamazlar. uzun boylu olan kendine has bir havası var izlenimi vermeye çalışıyor ama nasıl olduğunu bilirim güven eksikliği sorunu yaşıyor ve büyük ihtimalle de asla tamamen mutlu olamayacak. Ortadaki ise...Kesinlikle sorunları var! onun yanında duran kişiyi isle asla çözemedim ve çözebilecek biri olduğunu da sanmıyorum. Ve en sondaki. Onun hakkında fazla düşünmek istemiyorum ama birgün başarılı biri olacağını hissediyorum. ama arkadaş konusunda kesinlikle berbat biri. birgün yaptıklarının farkına varması gerekiyor. Durup ben başarılıyım demeyi öğrenmeli.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

The Bang Bang Club

The Bang Bang Club'ı izlemeyi uzun zamandır istiyordum. En sonunda bugün izledim.

Doğrusu film biraz yavaş ilerliyor fakat aksiyon filmi izlemediğinizi de düşünürsek bence ilerleme hızı idealdi. Benim dikkatimi çeken filmde kime önem vereceklerini bilememişler gibi görünmesiydi. Kevin Carter ile başlayan film birden Greg ile devamm ediyor ardından tekrar Kevin'a geçiyordu. Diğer iki karaktere fazla önem verilmemiş gibi. Bir sahnesinde hüzün duymanız gerekirken duyamıyorsunuz bile. Önemli olan diğer karakter olduğu için ona hedeflenmiş gibi hissediyorsunuz.

Filmde Kevin Carter'ı eleştirdikleri bir sahne vardı. Taylor Kitsch hakkını vermek gerekirki rolünü çok iyi oynamış. Yine de eleştiriler bence hafif kalmış görünüyor. Sonuçta gerçek hayatta bütün dünya Kevin Carter'ın üzerine geldi. Küçük kızı neden kurtarmadığı hakkında binlerce soruyla boğuştu. Ve evet, sadece Kevin değil bütün o fotoğrafçılar ölümün resmini çekiyor. Ayrıca onlara yapılan uyarı nedeniyle de müdahalede bulunmuyorlar. Küçük kız ya da bir başkası hasta olabilirdi ve bu hastalığın da fotoğrafçıya bulaşmaması için temasa geçmemeleri hakkında uyarılıyorlardı. Ama halk ya da basın bunu düşünmeden zaten ruhsal sorunları olan bir fotoğrafçının üzerine yürüdü.

Ortada bir insanlık ayıbı vardı evet. Fakat bunun sorumlusu bir fotoğrafçı mı olmalıydı yoksa orada tüm bu olayları başlatan alevlendiren güçler mi? Sanırım alkol ve uyuşturucu ile baş edemeyen biri tüm bunların kefaretini ödemek zorundaydı. Yaptığı yüzünden eleştirilmemesi gereken bir insandı. Oradaki durumu gözlerimizin önüne serdiği için yargılanmamalıydı.




Kevin Carter Anısına.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

I'm back!

Çok uzun zaman olmuş buraya uğramayalı.

Üç aydır kendime bile itiraf edemediğim bir şeyleri buraya karamal için geldim doğrusu. Tilki-kürkçü dükkanı misali.

Herkes der durur üniversitenin ilk yılında kimseyle birlikte olmayın diye. Amaçları sizi korumaktır ve siz o an 'neden biriyle birlikte olayım ki be' dersiniz. Ama evren çok tuhaftır ve karşınıza birini çıkarır bir bakarsınız daha önce hiç böyle hissetmemişsiniz.

Yıl boyunca çok fazla derse girmedim ve hep bir yerlere gezmeye eğlenmeye gittik. Bilardo, bowling,sinema cafeler... Akşamları hayal kurup birbirimizi sinir etmeler falan. Bakmayın falan deyip olayı kapattığıma o kadar eğleniyordum ki sanki yeniden hayat bulmuştum.

Aşk güzel şey özellikle de insanın aşık olabileceğini görmesi çok güzel. Fakat karşınızdaki insanı asla tanıyamıyorsunuz. Özetle ben insanları tanıyamıyorum ve o da biraz fazla eğlenmek istiyordu. Büyük sınavıma 20 gün kala her şeyi bitirdim bir kez daha. Yine değer verdiğim birini sadece birkaç saat içinde arkamda bıraktım ve yoluma devam ettim. Girmediğim tüm derslere 20 gün içinde çalıştım ve sonuç olarak belki de benimle birlikte derslere girmeyen tüm arkadaşlarım ders tekrarı yaşayacak ama ben O'nun sayesinde başardım.

Böyleyim işte. Biri canımı yaktığında daha da başarılı olurum ben. Biri bana yapamazsın derse canına okuyacak kadar ileri giderim.

Gelelim diğer haberlere =)

*Yeğen sayısı ikiye çıktı. (aslında bu iyi mi kötü mü karar veremedim ama :D )
*Abimde evlendi ya ben daha ne diyeyim :D (bu kesinlikle iyi bir haber)
*Odamı tepeden tırnağa değiştirdim. (birkaç mobilya sipariş olduğu için hala gelmedi ama olsun beklerim )
*Sağlık konusunda iyiyim sadece birkaç pürüz var (o da kimde olmaz be )
*Küçük Prens bizim evin yakınına taşındı! Asıl haber şu ki bütün bir yılı beraber geçireceğiz. (Yani bilirsiniz gezdirip etrafı tanıtacağım. kötü bir niyetimiz yok :D ) Geçen gün bir davete katılana kadar onu aklımdan çıkarmıştım ama işte ben giyindim gittim falan bununla kapıda karşılaştık. Onun hakkında beni korkutan çok fazla şey var. Babamın bu ilişki hakkında ne düşüneceğini biliyorsunuz zaten ama bunu aştım. sadece ben ne düşüneceğimi bilmiyorum. Bakalım hem önümüzde koca bir yıl var :D


26 Aralık 2010 Pazar

Veda~

http://fizy.com/#s/1nqfqj




*Bu saatlerde hep melankoli takılmaya başladım, uyarılır.





Kendimi manik depresif gibi hissediyorum. Tamam anlıyorum ilişkilerde bir yeşil ışık yakıp bir kırmızıyı çakacaksın ama böyle iki taraflı yaptıkça olan bizim psikolojimize oluyor. Bir havalara uçuyoruz bir yerin dibine giriyoruz. Çok yıpranıyoruz. Çok seviniyoruz. Çok gülüyoruz. Allahı var daha hiç ağlamadık. İlk kez biri bana böyle davrandı dersiniz ya, bir çok kez dedirtti bana bunu. Kendim hakkında daha fazla şey kattı bana.



İşte biraz da bu yüzden artık burada yazmayı istemediğimi fark ettim. Ruhumun zehirini içimden geldiği gibi dökemedikçe yazmanında bir anlamı yok. Daha az samimi bir ortam belki de en iyisi. İnsanlar veda etmeyi ya da pes etmeyi sevmediklerini söylerler. Çünkü hayal dünyaları sanılanın aksine dar bir pencereden meydana gelir. Yeni bir kulvarda daha fazla alana sahipken çalışmayı tercih etmek yenilgi ise şu saat yeniliyorum. Ve yepyeni bir hayata adım atıyorum.



Sağlıcakla kalın.



Aycan A.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Öldü.
Neden öldü?
Öldü işte.

19 Aralık 2010 Pazar

Öyle böyle




* Hayatımda sürekli tuttuğum tutmayı becerdiğim kimse yok. Elbette bahsettiğim ailem değil. Aile deyince akan sular durur benim için. Birkaç yazımda da bahsettim, hepsinin yeri ayrıdır bende. Ailem için bir akıl hastası ile kavga etmişliğim vardı, onun rahatsızlığından haberdar değilken. Haberdar olsam da aileme laf söyleme cesaretini kendinde bulan birine karşı hoşgörü gösterecek biri değilimdir.


Her neyse, dün akşam üzeri el ayak çekilince aklıma geldi. İki ay önce tanıştığım-hayatımda tanıdığın en saf- insan ile ilişkimiz biraz değişmiş. Daha az görüşür olmuşuz. Önemi kaybetmiş değil elbette ya da ona olan sevgimi yitirmiş değilim. Sadece artık onunla bir şeyler paylaşmıyorum. Cumaları sinemaya onun yerine başkaları ile gider olmuşum. Tamam, tek bir kişiyle ömür geçmez elbet fakat ne bileyim herkes herkesle özel anlar yaratmalı. Birini sorunca onun hakkında özel bir şeyiniz olabilmeli kisoruya cevap verebilin.

Bana Selen dediğinizde size Hacettepe diyebilmeliyim.

Bana Aşki dediğinizde size aile diyebilmeliyim.

Bana Peri dediğinizde "İşte, en saf kişi o. Bir melek gibi. Kanatları kırılmış bir melek gibi o."diyebilmeliyim.


Yeni ve bir süre sonra değişecek olan sınıfımda bir kız var. Benden büyük fakat tam bir ruh hastası. Onu öyle süslü cümlelerle imkanı yok tanımlayamam. Ben onu döverek severim o da beni gıcık ederek. Bahse girer diğerleri; hangimiz hangimizi haklayacak diye. birbirimizi haklamak gibi bir derdimiz yok ama bizbu şekilde sevgimizi belli ediyoruz o kadar. Feci rahattır Canımın İçi. Fermuarı açık kalmışsa aaa diye bağırır öyle çekip kapatır. Çok içtendir. Benim için çabalar durur. Beni asla ama asla kırmaz. Demediğini de bırakmaz ama yine de incitmez beni.


Canımın İçi heyecanlıdır, sakindir, delidir, sakindir, bilgilidir, cahildir her şeyin zıttı ve kendisidir. En çok da bu yüzden Peri'den uzaklaştım ya. Yeni bir oyuncak bulunca eskisini atarmışım ben küçükken. Şimdi ki oyuncağım Canımın İçi gibi görünüyor. Ama ben Peri'yi de seviyorum hala. Sadece heyecanı daha fazla istiyorum hayatımda.


Ve hayatımın daha farklı yönlerde de bulunması için her çeşit insanı çevremde tutuyorum. Bu yüzden istemesem de Peri ile spora yazılacağız. =) Biraz kas yaptım zaten biraz daha fit bir vücut fena olmaz.




* Yazmamışım ama yazmadan geçmek istemedim. Cuma günü büyük olaylar atlattım. Hani hep uçlarda yaşadığınız bir gün olur ya işte öyle bir gündü. Benim için hayati değer taşıyan bir yere geç kalmaktan son dakika kurtuldum. Biraz aksiyon yaşadım,ağladım, güldüm. İşim bittiğinde bir mesaj geldi ve bir saat içinde showrooma gidip arkadaşla buluşmak için mekan değiştirdim. Karşıdan karşıya geçerken ufak bir kaza atlattım. Olayları abartmayı sevmiyorum, insanları olduğundan küçük gösteriyor. Sadece ben o an Tanrının varlığına inanmasaydım başka zaman inanmazdım.

Güzel bir gündü. Geri kalanı yazamıyorum çünkü aradaki bir kaç şeyi net olarak hatırlayamıyorum. Yine de hayat çok güzel =)


* Kendimi berbat hissetiğim bir sabah hayatımda aldığım en güzel iltifatı eden kişiye sonsuz teşekkür ediyorum. Her ne kadar benim değer verdiğim şeylerle pek ilgilenmese de gerçekten iyi bir adam =) Evet,o soru bendendi sana. Demeseydim çatlardım =)))
Bitti.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Av Mevsimi

Av Mevsimi hakkında çok şey söylendi. Dün akşam arkadaşlarla sinemaya gidince bende bir şeyler karalayayım bari dedim ve işte buradayım. =)

Öncelikle Avcı yani Şener Şen bana göre daha çok emekli edebiyat öğretmeni rolündeydi. Ha bu rahatsızlık veriyor mu? Kesinlikle hayır! Tam bir bilgelik örneği göstermiş bence. Oyuncular rollerinin hakkını vermiş zaten. Özellikle de Cem Yılmaz. Oynadığı karakter Deli İdris filmin de ötesine geçmiş sayesinde. Okan Yalabık da dahil tüm oyuncuları ile adından söz ettirecek bir kadro olmuş.

Konusuna gelince; herkes katilin önceden bilinmesinden rahatsız olmuş. Lütfen bir daha filme gitmesin bu şahıslar. Arkadaşım filmlerin ve kitapların vermek istedikleribir MANA olur. Bu filmde hadi katili yakalayalım değildi ki ana fikir. Orada tek bir şey uğruna yok olan hayatlar anlatılıyordu. Cinayet masasının yaşadığı zorluklar, zengin insanların hayatları ve diğerleri.
Özellikle başlangıcı ve bitişi gerçekten Türk sinemasına göre iyi bir yerdeydi.
Gidin izleyin bir şey kaybetmezsiniz =)