1 Kasım 2010 Pazartesi

?!?

Çocukken hiç dilimizden düşmez. Hepimiz bir parça ailemizden "nefret" ederiz. Onların yerine başkaları olsun isteriz. Bazen de biz hiç var olmamış olmak isteriz. Tuhaftır, büyüdükçe onlara benzeriz. Annelerimiz gibi davranırız çocuklarımıza, birer babamızın örenği olup çıkıveririz. En kötüsü de gerçekten o nefrete layık olan anne-babalara dönüşür bazıları.

Bu sayfalarda en çok "baba"dan bahsettim. Benim için ayrı bir dünyadır o. Delidir doludur fakat en iyi de onunla anlaşırım. Minyatürü gibiyimdir.

İki hafta içinde duyduğum en güzel söz "Sinirlendiğini hiç görmedim." oldu. Oysa tanıştığımız bir ay boyunca ben çoğunlukla sinirliydim. Kemal'e ağız burun dalmamak için kendiim sakinleştiriyordum. Lola'yı boğazlamamak için derin derin nefesler alıp veriyordum. Gemici'nin ki neydi? Deniz ve Mehtap diyoruz biz onlara. Gemiciyi soruyorlar durmadan. Deniz mesela, benden nefret eder. Bir nedeni de yoktur hani. Sadece önümden geçerken bile gerilir kız. Bende gergince gülümserim. Mehtap desen arkadaşı uğruna dalaşır benle. Bende inat değil mi gülme krizine sokarım bunları sonra her neyse der giderim öyle kalakalırlar işin en heyecanlı yerinde. Sonra grup olarak yapılacak şeyde üç beş akıllı işin içine eder öfkelenirim birkarış suratla giderim birkaç laf sokarım. Sakin kalmak için dışarı çıkarım. Yüzüme çarpan soğuk hava ya da rüzgar beni hep sakinleştirir.

Yine tüm bunlara rağmen benim öfkeli halimi hiç görmediğini söyleyen bir arkadaşım var. Korkuyorum, ya kız çok saf ya ben mimiklerimi kaybettim!